19 Aralık 2012 Çarşamba

Gönül İlhan'dan Kars Hatırası

Kentte dolaşırken, üst üste yığılan zamanların sunduğu sayısız yolculuk ihtimali dönüp duruyor aklımda. Kars sokaklarında Puşkin'in ve Gurciyev'in izini sürerek tarihe doğru mu kanatlansam, yoksa bisiklet rotasını izleyerek doğanın kalbine mi yol alsam, ya da Çıldır Gölü kıyısına gidip kendi içime yolculuğa mı çıksam?


Ne şöminenin yaydığı sıcaklıktan, ne de yudumladığım çaydan. Odun sobalarının kurulduğu evlerde geçen çocukluğumu bana geri getiren ateşin kırmızısından ısınıyor içim Sarıkamış'ta.

Telesiyejle, dalları kar beyazı ağaçların üstünden, 2 bin 634 metre yükseklikteki Bayrak Tepe'ye (Cıbıltepe) çıkarken kuşlar kadar özgürleşiyorum.

Oradan Allahuekber Dağlarına ve Sarıkamış'a bakmak, 1914 yılının Aralık ayında soğuktan ve açlıktan kırılan 90 bin askerin acı hatıralarını fısıldıyor kulaklarıma.

Arkalarından yakılan türkünün; "Askeri kırdıran Enveri Paşa/ kitlendi kapılar, mekan ağladı" "Sarıkamış'ta kırıldı/ taze gülün goncaları" sözleri yankılandıkça içimde, barış talebiyle çığlıklanıyor insan olma bilincim.

Baktığım her dağ, yürüdüğüm her sokak, gördüğüm her yapı, insan hikayeleriyle dolup taşan geçmişinin üst üste yığılı sayfalarını açıyor usulca.

Sarıçam ormanının ortasındaki Katerina Köşkünün, "Sibel" "Şehmus" "Seni seviyom Buse" yazılan ahşap duvarlarından, onun yaşama sevincini eksilterek geçiyor zaman.

Çar 2. Nikola tarafından, 80 derecede pişirilen çam kerestelerinin birbirine geçirilmesi suretiyle, çivi kullanılmadan yaptırılan köşkün, kapı pervazına çivilenmiş tahta parçalarıyla çoğalan yalnızlığı, iç burkan bir şiir olup dökülüyor takvim sayfalarına.

Köşkün aşağısında, 19.yy sonunda Baltık mimari tarzında inşa edilen ve birbirine bitişik beş binadan oluşan Cer Atölyeleri yer alıyor. Trenleri ve rayları onarmak için kullanılan yapıların önündeki tabelada "koruma altına alınmıştır" yazıyor. Ne ki, dışına kütükler yığılan, içlerinde çöpler biriken camsız ve çatısız taş duvarlarının arasında yıllardır, yağmur damlalarının, kar tanelerinin ve kuşların şarkısını çoğaltıyor rüzgar.

Tarihin tanığı yapıların kimsesiz duruşundan hüzne bulanıyor üstüm başım. Hava kararıyor, sokak lambaları yanıyor, kuş sürüleri kanatlanıyor ağaçlardan.

Molokanlar ve Tolstoy
 
500 kişinin çalıştığı ayakkabı fabrikasının kapanması sonrası artan ıssızlaşma halinden kurtulmak için, kayak merkezinden, kültür ve doğa gezilerinden beklentilerini çoğaltarak beyazın her tonuna boyanırken dağlar, kişisel müze görünümündeki Sarıkamış Kültür Evine gidip, çıtır çıtır yanan sobanın karşısına oturuyorum.

Yakın geçmişi yanı başıma getiriyor; duvarlarındaki çerçevelenmiş gazete kesikleri, kilimler, küpler, semaverler, bakır tabaklar, Allahuekber Dağlarında toprak altından çıkarılmış tabancalar, tüfekler, kılıçlar, kamalar...

Rasim Kaya, eşi ve çocukları Azad ile Dilan'ın, ince belli cam bardaktaki demli çayın yanına iliştirdikleri gülücükleri ve türküleriyle yıkıyorum elimi yüzümü.

Gözüm gönlüm açılıyor; Terekeme, Yerli, Kürt, Türk, Ermeni, Çerkes, Gürcü, Azeri, Rus kültürlerinin birbirine geçerek ebruli çiçekler gibi açtığı bu topraklarda.

İlle de savaşmayı reddeden, şiddete karşı olan, ikonlara tapınmayı ve ruhban sınıfı kabul etmeyen, komünal yaşamı savunan felsefeleri nedeniyle Rus çarının ve kilisenin hışmına uğrayan ve 1878'den sonra Kars civarına sürülen Molokanların (süt içiciler) ve Dukhoborların (ruh güreşçileri) hikayelerinden içim taşıyor.

Kitabının telif hakkını onlara bağışlayan Lev Nikolayeviç Tolstoy'un yazdıklarında, benim için yeniden anlamlanıyor hayatın hücrelerinden beslenen edebiyat.

Diğer Hıristiyan gruplar muaf tutuldukları halde, silah kullanmaya ve insan öldürmeye karşı olan Molokanların askere çağrılmalarından ve inançlarına ters düşmek istemeyen bu insanların büyük çoğunluğunun 1922'de göç yollarına düşürülmelerinden acılaşıyor belleğim.

Ve hüznü doluyor kalbime; barışçıl kültürlerinin yanı sıra, semaver çayını, patates, ayçiçeği, lahana yetiştirme, arıcılık, peynircilik, sabun yapımı, tarım ve hayvancılıktaki bilgi birikimlerini de getirdikleri memleketimizden en son 1962 yılında gidişleriyle ve son Molokan Vasil Gavrilev Dölemenci'nin 27 Nisan 2007'de Kars'ta ölümüyle renkleri azalan insanlık bahçemizin.
 
 
"Kars Kadını Dik Durur"

Sabah erkenden Kars'ın yolunu tutuyorum. Teneke damlı ve minareli köylerin sıralandığı yol boyunca koyun ve inek sürüleri otluyor. Yeşilsiz toprağın rengini, gökyüzünün mavisi güzelliyor.

Müzeye uğruyorum ilk iş. Bazalt taşından yapılmış koç, koyun ve at heykelleri, Gürcü, Bagratlı ve Karakoyunlular dönemine ait mezar taşları ve beyaz vagon müze bahçesinde yer alıyor.

Zemin katta; Urartu, Selçuklu, Roma ve Bizans dönemlerine ait pişmiş toprak kaplar, vazolar, sırlı keramikler, baltalar, yüzükler, akik boncuklar, bilezikler, sikkeler, gözyaşı şişeleri ve ahşap oyma kilise kapıları sergileniyor.
 
İkinci kattaki etnografya salonunda ise, telkari işlemeli gümüş kemerler, yerel giysiler, halılar ve kilimlerin yanı sıra, yün eğirme aletleri ve halı dokuma tezgahı bulunuyor. Bölgenin çok kültürlülüğü, halıların ve kilimlerin dokusuna ilmek ilmek, motif motif işlenmiş. Heybelerin, kolanların, kuşakların nakışlarında renkten renge bürünmüş.
 
Onlara bakarken, sözün gümüş susmanın altın kıymetinde sayıldığı eski zamanlarda, Anadolu insanının kimi duygularını ve sosyal konumunu giysilerin diliyle aktarışının büyüsüne kapılıyorum, Gelinlerin "gül", damatların "dal" motifli çorap giydiği Anadolu kültüründe, evli erkekler için "büyük ağa", bekar erkekler için "küçük ağa" motifli yün çoraplar örülmüş. Sevdiği kız başkasını seven erkekler ise "yarimi eller aldı" çoraplarını giyerek dolaşmışlar çarşı pazarda. Yeşil oyalı yazma takan gelin, "evdekilerle aramız çayır çimen" duygusunu aktarmış çevresine. Biber motifli oyanın ilettiği mesaj ise, "aramız biber gibi acı" anlamını taşımış.
 
Müzeden ayrıldıktan sonra, önüme çıkan bütün sokakları yürüyüp, şehrin geçmişini bugüne taşıyan yapıları fotoğraflıyorum.
 
Aynalı Köşkten sonra yol düşürdüğüm, Aleksandr Nevski Rus Askeri Kilisesinin, belediye ihalesi ile yıkılan güzelim kulelerinin yerinde, 1985 yılında eklenen iki minare yükseliyor şimdilerde ve Fethiye Camisi olarak hizmet veriyor.
 
MS 937 yılında Ermeni Bagratlı Kralı Abas tarafından yaptırılan ve dış cephe duvarlarında 12 havariyi simgeleyen rölyefler yer alan Havariler Kilisesi, 1994 yılından bu yana Kümbet Cami adıyla ibadete açık bulunuyor. Eski kadın hapishanesi olan bina ve çevresindeki bahçe ise, Kars Kültür Evi olarak hayatını sürdürüyor.
 
İl Sağlık Müdürlüğü binası, Maliye SSK binası, Stavuşki Konağı, Kars Ticaret ve Sanayi Odası binası, Defterdarlık binası, Tuncer Güvensoy Evi ise, Baltık mimari tarzının en güzel örnekleri olarak caddeleri güzelliyor.
 
Kadınların çaba ve emekleriyle; evelik aşı, ısırgan çorbası, ayran aşı, erişte çorbası, hörre, hengel, piti, haşıl, kaz eti, umaç helvası gibi yöresel yemeklerin tadı, unutmanın hoyratlığından korunuyor.
 
"Örnek alacak kimsem yoktu, kendi imkanlarımla ve yaratıcılığımla kurdum burayı, yemek sektöründe ilk kadın benim" diyen Kaz Lokantasının sahibi Nuran Özyılmaz'ın "Kars kadını dik durur" sözlerinde, Hanımeli'nden Kamer'e çoğaldıkça çoğalıyor kadınların çalıştırdığı işyerlerinin sayısı.
 
Molokanlar, Terekemeler ve peynirin hikayesi
 
Kentte dolaşırken, üst üste yığılan zamanların sunduğu sayısız yolculuk ihtimali dönüp duruyor aklımda.
 
Kars sokaklarında Puşkin'in ve Gurciyev'in izini sürerek tarihe doğru mu kanatlansam, yoksa bisiklet rotasını izleyerek doğanın kalbine mi yol alsam, ya da Çıldır Gölü kıyısına gidip kendi içime yolculuğa mı çıksam?
 
Ani Antik Kentinde mi dolaşsam, Aşıklar Otağına gidip türkülerin notalarında mı kaybolsam, yoksa volkanik obsidyen taşından yapılma aynaların peşi sıra giderek soluğu Maya ve Aztek efsanelerinde mi alsam? Diye düşünürken, farklı kültürlerin harmanlanmasıyla başlayan peynirin hikayesi, 40 kilometre uzaklıktaki 2 bin 200 rakımlı Boğatepe köyüne götürüyor beni.
 
 
1877-78 Osmanlı Rus savaşı (93 harbi) sonrasında Çarlık Rusya hakimiyetine giren Kars'a yerleştirilen kültürel ve etnik gruplardan birisi de Molokanlardır. Onların verimli büyükbaş hayvanları, yörenin zengin biyolojik çeşitliliği ve İsviçre'den gelen girişimcilerin kurduğu peynir imalat zavotlarıyla* bir araya gelince, peynircilik hızla gelişir bölgede.
 
Ve uzun bir yolculuğun ardından kaşar, çeçil, heriye tulum, deri tulum, or tulum, Malakan şarap peyniri, Malakan beyaz peyniri, tel, otlu, çürük, çanak, kelle peynirinden, yapımı üç ay süren gravyere dek olanca çeşitliliğiyle günümüz sofralarına ulaşır.
 
Geçmişte altı Molokan köyünün yaylası olarak kullanılan Boğatepe'de, İsviçreli bir işadamının peynir imalathanesi olarak yaptırdığı köyün ilk binası, "Zavot Eko Müze" adını taşıyor şimdi. Müzede, peynirin tarihini ve geleneksel üretim süreçlerini anlatan görsel malzeme ve objeler yer alıyor. "Kadın Bakkal" bölümünde ise, unutulmaya yüz tutmuş peynir çeşitleri ve yöre bitkileri sergileniyor.
 
50 kadın, 15 erkek üyeli Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği Başkanı Zümran Ömür, çevrede bulunan 300 bitki türünden 30 tanesinin tıbbi özellik taşıdığını, bitkiler konusunda eğitim aldıklarını ve kurutma atölyeleri kurduklarını anlattıktan sonra amaçlarını, "gelecek nesillere kendi ürettiğimiz bitkilerle sağlıklı bir yaşam bırakmak" diye özetliyor.
 
15 Mayıs-20 Temmuz arasında günlük 35 ton civarında süt ürettiklerini söyleyen dernek eş başkanı İlhan Koçulu ise; peynir ve ekmek yapım atölyeleri düzenlediklerini, köyde konaklama evinin bulunduğunu, yerel ürünlerle beslenme, yoga ve doğa yürüyüşlerinin yer aldığı detoks kampının bu yıl da 20-28 Haziran tarihlerinde yapılacağını ve Kars'ta bir "peynir müzesi" kurmayı çok istediklerini dile getiriyor.
 
Üretici Kazım Ömür şu sözlerle anlatıyor yaşadığı köyün geçmişini: "Babam 7 yaşında Gürcistan Tiflis'ten gelmiş. Biz Karapapak- Terekemeyiz. Terekemeler, kökleri Oğuz Türklerine dayanan Kafkasya bölgesinde yaşamış, 200 yıl öncesi göçer koyunculuk yapan insanlar. Başlarına kuzu derisinden kara kalpak giydikleri için Karapapak deniyor."
 
"Bizimkiler 1920'de, kimi atının heybelerine çocuğunu koymuş, kimi de taşınabilir mal varlığını, hayvanını, koyununu, atını getirmiş. Bakıyorlar ki burayı Malakanlar** terk etmiş, bina var, ev var, hayvan barınakları var, gelip yerleşiyorlar."
 
"Her zaman söylüyorum. Keşke Malakanlar bu bölgeden gitmeseydi. Burada bir renkti. Onlar o dönem sanayiyi buraya getiren insanlar. O dönem sanayi dediğin de değirmendir, ot biçerleridir, at tırmığıdır. Onların üzerine biz devam ettirmişiz."
 
"Malakanlar savaş sevmeyen bir millet. Çok üretkenler. Kişilik olarak düzgün insanlar. Asla yalan söylemezler, asla hırsızlık yapmazlar, haftanın pazar gününü de kendilerine ayırırlarmış, dinlenmek için. Aşağılarda, 1600- 1700 rakımlı yerlerde meyve bile üretiyorlarmış. Erik, vişne, elma... Son terk eden aileler 1962'de gitmiş buradan. Çok kültürlü, özlü bir milletmiş Malakanlar..."
 
* Rusçada fabrika/mandra anlamına gelen Zavot sözcüğü zamanla köyün de adı olur. Ta ki, 1930'larda Boğatepe olarak değiştirilene kadar.
 
** Molokanlara Kars civarında Malakanlar deniliyor.
 
Gönül İlhan
 

15 Aralık 2012 Cumartesi

Ağrı Turizm Keşif Rehberi yayımlandı

SERKA (Serhat Kalkınma Ajansı) sponsorluğunda hazırlanan Ağrı Yürüyüş Parkurları projesinin son adımı olan Ağrı Turizm Keşif Rehberi yayımlandı. Kitaba online olarak www.agritrekking.com adresinden ulaşabilir, edinmek için info@agritrekking.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Batı dünyası mimariyi Ani'den öğrendi

 
Kültür Rotaları Derneği Başkanı Kate Clow, bütün dünya mimarlarının, mimariyi Ani'den öğrendiğini belirterek, ilk kiliselerin, ilk harabelerin, ilk binaların Ani'de yapıldığını, buradan Avrupa'ya yayıldığını bildirdi.
 
Serhat Kalkınma Ajansı'ndan (SERKA) yapılan yazılı açıklamada, ajans tarafından Sarıkamış, Kars, Ağrı, Ardahan ve Iğdır'da düzenlenen gezi, yürüyüş ve tırmanış rotalarıyla bölgenin kültürel, turistik ve doğal değerlerini tanıtmak amacıyla gazeteci, yazar ve seyahat acentesi temsilcilerinden oluşan 50 kişilik grubun kente davet edildiği belirtildi.
 
Grubun, 4 gün süren program kapsamında Sarıkamış'taki Katerina Köşkü, Bayraktepe Kayak Merkezi ile Çıldır Gölü, Şeytan Kalesi, Kars kent merkezi ve Ani Antik Kenti ile Doğubayazıt ilçesindeki Ahmedi Hani Türbesi ve İshak Paşa Sarayı'nın gezildiği ifade edildi.
 
Ani Antik Kenti'ni gezen Kültür Rotaları Derneği Başkanı Kate Clow, Batılı mimarların mimarlık sanatını Ani'den öğrendiklerini belirterek, Ani'nin batı dünyasına ve Rönesans'a kaynaklık ettiğini vurguladı.
 
SERKA sayesinde bölgeyi tanıma fırsatı bulduğunu ifade eden Clow, şunları kaydetti: “Bu geziyle Türkiye 'nin en güzel ören yerlerini, tarihi yerlerini, geleneksel halk kültürünü gördük. İlk kez 1992 yılında gördüğüm Ani'ye çok geldim. Bugüne kadar çok değişti. Selçuklu duvarları restore edildi. Şimdi kiliseleri restore etmeye başladılar. Tigran Honents Kilisesi'ni iki yıl önce yine gezdim. Restore ediliyordu. Freskler restore edilmiş, taşlar restore edilmiş ve çok güzel bir durumda şimdi. Mimarlık çok önemlidir. Çünkü yalnız Ani'de bulunmaz. Buradan giden mimarlık yavaş yavaş bütün Avrupa'ya geçti ve Avrupa'da Rönesans'ta çok önemli bir yere sahiptir. Yani bütün dünyanın mimarları mimariyi Ani'den öğrenmişti. İlk kiliseler, ilk harabeler, ilk binalar bu çeşit yapılar ilk burada yapılmış ve yavaş yavaş Avrupa'ya yayılmış. İngiltere 'den Norveç'e, İsveç'e kadar yayılmıştı. Mimarinin kaynağı Ani Antik Kenti'dir.”
 
“BATI DÜNYASI MİMARİYİ BURADAN ÖĞRENDİ
Batıdaki mimarinin kaynağının da Ani olduğuna dikkati çeken Clow, “Batı dünyası mimariyi buradan öğrendi. Bu süreç 200, 300 yıl sürdü ve yavaş yavaş Avrupa'ya yayıldı” ifadelerini kullandı.
 
Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı temsilcisi Ece Yiğit de Bakanlık olarak kültür yolları konusunda çalışmalar yaptıklarını belirterek, kültür yollarının son dönemde alternatif turizm yöntemlerinden biri olarak dikkat çektiğini vurguladı.
 
Bakanlık olarak özellikle 3 yıldır “sürdürülebilir turizm” başlığı adı altında kültür yolları çalışmaları yaptıklarını anımsatan Yiğit, şunları ifade etti: “Bilgilendirme amaçlı çeşitli çalıştaylar yaptık. Kendimiz de tabii çok şey öğrendik bu sayede. Şimdi de kültür yolları olarak yapılan çalışmalara elimizden geldiğince destek vermeye çalışıyoruz. Serhat Kalkınma Ajansı'nın bu yöndeki çalışmaları bizim açımızdan çok önemlidir. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda da Serhat Kalkınma Ajansı'nı örnek olarak göstermek istiyoruz.”
 
 
Kaynak : Radikal Gazetesi (07.12.2012)
 

"Kültür Yolları" projeleri yasa tasarısını bekliyor

Kültür turizminde kaliteli turisti çekmenin bir yolu da Avrupa Konseyi Kültür Yolları Listesine girmekten geçiyor. İlgili yasa tasarısı Meclis’ten geçtiğinde, önemli bir aşama tamamlanmış olacak.

Kültür ve yürüyüş yolları projeleri, Türkiye’nin dünya genelinde yükselen kültür-doğa ve kırsal turizm trendinde sağlam bir yer edinmesinde önemli rol oynuyor. Bu projelerle kültür ve doğa turizmine altyapı sağlanıyor. Bakanlık ve kalkınma ajansları, belediyelerin desteklediği projelerin önlerindeki hedef, Avrupa Konseyi’nin Kültür Yolları Listesi’ne girmek. Listeye giren proje dünyaca tanınıyor. Eğitimli, paralı, azımsanmayacak sayıdaki kültür turistleri ellerindeki listeyi takip ederek bu yolları geziyor.

Bizim kültür ve yürüyüş yollarını bir turizm öğesi olarak keşfetmemiz ise daha pek yeni. Türkiye’de İngiliz yürüyüşçü ve araştırmacı Kate Clow’un 10 yıl önce oluşturduğu Likya Yolu’yla profesyonel tarzda hayatımıza giren kültür ve yürüyüş yolları, Saint Paul, Abraham, Hitit, Frig, Gastronomi, Karya, Evliya Çelebi, Kaçkarlar, Via Egnetia, Yenice Ormanları, Kars, Sarıkamış Yolu projeleriyle çeşitlendi. Kate Clow ve Türkiye’nin pek çok yerinde yaptığı rota belirleme çalışmalarının ardından son olarak Kars-Sarıkamış-Ağrı-Ardahan rotaları çalışmasıyla dikkat çeken Ersin Demirel’in girişimiyle 6 ay önce Türkiye Kültür Rotaları Derneği de kuruldu. Derneğin amacı, Türkiye Kültür Yollarını uluslararası planda da duyurmak.

Avrupa Konseyi  Kültür Yolları Programı  1987’de oluşturulmuş. Bu programda 29 kültür yolu listeye alınmış. 29  yolun üçü “Fenikeliler Yolu”,  “Avrupa Yahudi Mirası Yolu” ve “Zeytin Ağacı Yolu” Türkiye’de.

Konu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Daire Başkanlığı Kültür Yolları Sorumlusu Ece Yiğit tarafından takip ediliyor. SERKA’nın düzenlediği Kars-Ardahan-Iğdır-Ağrı Kültür ve Yürüyüş Yolları infosuna Bakanlığı temsilen katılan Ece Yiğit, kültür yolları programındaki yerimizi TUYED’e (Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği) değerlendirdi.

Ece Yiğit’in konuyla ilgili verdiği bilgiler şöyle:  “UNESCO ve Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan kültür yolları programına katılan ülkelerin kaliteli turist sayısında artış yaşanıyor. İspanya’da oluşturulan inanç yolunu yılda 8 milyon kişi yürüyor. Bu rakam Türkiye’ye gelen turist sayısının neredeyse üçte biri. Türkiye kültür ve yürüyüş yolları açısından bu programda öne çıkan İtalya, Fransa ve İspanya’ya göre çok daha zengin. Onlar bizdeki potansiyele sahip olmadıkları halde, konuyu iyi değerlendirmişler ve bir düzene oturtmuşlar. Kültür yolları kavramı Türkiye için henüz yeni.”

Eğitimli ve zengin turist geliyor
“Gelen turistin sayısından çok, ülkemizden nasıl etkilendiği ve ne bıraktığı çok önemli. Kültür turistleri eğitimli, bilinçli ve ekonomik olarak da çok daha güçlü bir kesim. Yaşları ise 30’dan başlayıp 80’lere kadar uzanıyor. Spor onlar için yaşam biçimi.  Kültür ve yürüyüş yollarını yürümeyi amaç edinenler var. Ellerinde liste gittikleri yerleri ‘Buraya da gittim”diye işaretleyerek geziyorlar.”

“Yerel ekonomiyi besliyor”
“Kültür yolları projeleri yerel ekonomiye de katkı sağlıyor. Gezginler yol boyunca para harcıyor ve küçük işletmelerde kalmayı seçiyorlar. Bu da ev pansiyonculuğu ve küçük işletmeciliği teşvik ediyor. Büyük turizm yatırımları yaptığınızda, bu yatırımlar dar ve küçük bir çevreyi etkilerken, kültüre yatırım yaptığınızda yatırım miktarı daha az olmasına rağmen, daha geniş bir kitleyi etkiliyor.”

“Kırsal kalkınmayı da etkiliyor”
“Eğer ülkenizde kırsal kalkınmayı tetiklemek istiyorsanız, bunun en iyi yolu kırsal turizm ve kültür yollarına yatırım yapmak.  Hem halkı ekolojik tarıma yönlendiriyor, el sanatlarını canlandırıyor, küçük pansiyonculuğu teşvik ediyor, hem de şehirlerini bırakmadan, daha kaliteli yaşam seviyesine getirecek bir sistem kuruyorsunuz.

En iyi bilinçlenme ekonomik bilinçlenmeden geçiyor
“O çevrenin doğal güzellikleri ortaya çıkıyor, kuş ve hayvan türleri ve bitki türlerinin siz de farkında oluyorsunuz. Bakanlık olarak ören ve kültür yerlerine ciddi bütçeler ayırıyoruz. Ama insanlar kendi değerlerine sahip çıkınca korumacılık da süreklilik kazanıyor. Halk para kazanmaya başlayınca  ören yerleri ve doğal alanlara daha çok sahip çıkıyor. En iyi bilinçlenme ekonomik bilinçlenmeden geçiyor.”

“Korumacılık ve çevre bilinci artıyor”
“Koruma konusundaki yaklaşımlar da değişti. Önceden her türlü yaşamı yerinden alıp koruma yaparken, şimdi oldukları yerde kalmaları, içlerinde yaşam devam etmezse onların da öleceği yaklaşımıyla hareket ediliyor. Sayın Bakanın söylediği gibi “Taşların da ruhu var”. Onları içinde yaşam sürüdüğünde ayakta tutabiliyorsunuz. İnsanlara siz burada kalın, orayı koruyun diyorsunuz. Bunlar somut olmayan kültürel mirasın da yaşatılmasını sağlıyor.”

“Yerel yönecileri eğitiyoruz”
“Bakanlık olarak son üç yıldır yerel yöneticilerin bu konuya eğilmesi için çalıştaylar düzenliyoruz. Önce Frig Yolu’yla  başladık. Çorum’da ve  İpek Yolu özelinde çalıştaylar yaptık.  Bu çalıştaylarda bölgenin tarihi, kuş ve bitki türleri, yemek kültürü gibi pek çok konuda akademisyenlerin de desteğiyle yerel yöneticileri ve kalkınma ajanslarını  daha fazla bilgilendirmeye çalışıyoruz. İnanç ve kültür yolları konusunda önümüzdeki aylarda bir çalıştay daha yapacağız. Bu çalıştaya SERKA’yı davet ettik. Gelip neler yaptıklarını anlatacaklar.”

Yasa tasarısını bekliyoruz
“Avrupa Konseyi’nin kültür yollarıyla ilgili bu çalışmaları listesine alması çok önemli. Bunun belli bir prosedürü var. EPA sözleşmesi adındaki sözleşmeyi imzalamak gerekiyor. Katılım payı isteniyor, Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak katkı payını da ödedik. Hazırlanan yasa tasarısı Meclis’e sevkedildi. Meclisten geçmesini bekliyoruz. Bu süreci yürütürken, bakanlık olarak  katıldığımız yurtdışı fuarlarda kültür ve yürüyüş yollarımızın tanıtımını yapıyoruz. Kültür yollarımızla ilgili tüm dokümanları Avrupa Konseyi’nin standartlarına uygun olarak  yapıyoruz. Listeye gireceğimizi düşünüyorum.”


Kaynak : Aynur GÜRSOY (6.12.2012)

Yazar Buket Uzuner, Kars'ı Hürriyet Seyahat'e anlattı

Peynirin doğudaki kraliçesi 

Buket Uzuner -10 Aralık 2012

Kars’ın meşhur gravyerini, çok az miktarda üretilen Malakan şarap peynirini ya da heriye tulumunu tattınız mı hiç? Yaz boyunca üretilip mahzenlerde dinlendirilen bu özgün lezzetler kasım, aralıkta piyasaya çıkıyor. Kış başında yapacağınız bir gezide yörenin tarihi zenginliğini keşfedebilir, bu yıl açılan Boğatepe Peynir Müzesi’nde peynirlerin öyküsünü öğrenebilirsiniz.

Kars, tarihi, folkloru, mimarisi, yemek kültürü üzerine ciddi ve derin araştırmaların yapılması ve yazılmasını hak eden, Orhan Pamuk’un Kar romanına mekan olduğu için de İzlanda’dan Hindistan'a, Yeni Zelanda’dan Japonya’ya dünya çapında tanındığına bizzat şahit olduğum bir şehir. Ancak bütün bunların yanında ve üzerinde benim için apayrı bir yeri var. O da peynir! Benim için Kars, peynirin kraliçesi bir şehir.

193 TÜRDEN 9’U TESCİLLİ
Peynir sadece peynir değildir. Sadece bir gıda maddesi olmaktan daha önemlidir. Sağlıkla ve ekonomiyle ilişkisi kadar tarımdan yemek kültürüne sosyolojik ve folklorik anlamları olan, günlük hayatı ve tarihi ilgilendiren bir çevresel (ekolojik) ve kültürel parametredir. Yine Kaşgarlı Mahmut’a dayanarak, peynirin (Uygur) Türkçe ilk adı olan “udma” kelimesinin uyumak anlamına geldiğini ve bunun da sütün uyuması, sütü uyutmak sonunda oluşan peynire, mecaz sanatının şahı Türkçe dilinin bir mucizesi olarak verildiğini öğreniyoruz. Tabii burada durup, sevgili dostumuz Artun Ünsal’ın “Süt Uyuyunca: Türkiye Peynirleri” adlı güzel kitabına da hemen bir selam yolluyoruz. Destek Patent A.Ş. başkanı Kemal Yamankaradeniz, Türkiye’deki 193 çeşit peynirden sadece 9’unun tescilli, lezzet ve hijyen bakımından uluslararası standartlara uygun olduğunu söylüyor. Fransa’nın 360 çeşit peyniriyle haklı olarak kültürel gurur duyduğu ve ulusal olarak da büyük iş olanakları yarattığını unutmadan peynirin Kars’ta izini sürelim.
 
SÜTE TADINI 200 ÇEŞİT BİTKİ VERİYOR
Kars’taki peynir zavotlarından (Rusça fabrika) alışveriş ederken, bu şehirdeki peynirin tarihsel hikayesini merak edenler için bir müze olduğunu öğreniyoruz. Peynir Müzesi, Kars merkeze 45 kilometre mesafede, Boğatepe köyünde. 1880’de İsviçrelilerin kurduğu mandırada, bu yıl 23 Şubat’ta açılmış. Boğatepe’de sayısı 200’den fazla bitki çeşidiyle beslenen Zavot ve Doğu Anadolu Kırmızısı adlı sığırlarla, keçi ve koyun sütünden geleneksel üretim teknikleriyle taze kaşar, eski kaşar, gravyer, lor, deri tulum, heriye tulum, kısır inek sütünden yapılan nadide Malakan şarap peyniri, Malakan beyaz peyniri, kuzu işkembesinden or tulum, otlu peynir, kelle peyniri, tel, çürük ve çanak gibi peynir çeşitleri üretiliyor. Benim zamanım kısıtlı olduğu için hijyenik ortamda üretim yapan mandıraları ziyaret edemedim ama peynir fabrikasını, müzeyi ve Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’ni kuran Karslı çevreci İlhan Koçulu ile Peynir Müzesi’ni gezmek şansına sahip oldum. (http://www.peynirmuzesi.org/)

Türkiye’de ilk olan, ekomüzecilik örneği de sayılacak Peynir Müzesi, broşüründe: “farklı kültürlerin karşılıklı etkileşimiyle İsviçreli, Rus (Malakan), Alman ve yerli işadamları, usta ve işçilerin (kadınların) yöredeki flora ve yerel hayvan ırklarını birleştirerek bu sürecin damaklarda nasıl bir özgün tada dönüştüğünün hikayesi, çok sayıda görsel malzeme, döküman ve zamanında kullanılan objeleri” sergilediği şeklinde anlatılıyor. Amaç unutulmaya yüz tutmuş yerel peynir çeşitlerini hatırlatmak, korumak. Kars kaşarı, gravyeri ve tereyağının üretim süreçlerini bu mütevazı ve gururlu zaman tünelinden geçerek öğrenmek, Kars’a olan ilginin değerini arttırmaya da yarıyor. Bir şehri keşfetmenin en iyi yönteminin, şehir mobilyaları arasında sokaklarda gezmek kadar mutfağı dahil kültürünün perde arkasındakileri merak etmek olduğunu iyi bilen gezginler, “Peynir Kraliçesi Kars”ı tanımak için Boğatepe Peynir Müzesi’ne yollarını düşürecektir. Ben, süt süzme, mayalama, teleme kesme, kepçeyle karıştırma, harbiyle pıhtı doğrama, pişirme, çifte çember takma, peyniri kazandan çıkartma, preslenme, tuzlu su havuzunda ve soğuk olgunlaştırma evrelerinin yapıldığı alet ve edevatları tek tek inceleme şansına sahip oldum. Peynire çok düşkün biri olarak sütün peynire dönüşmek için geçirdiği bu sihirli “uyku” (udma) ritüellerini ilk kez yakından öğrenirken aslında Karslıları da daha iyi tanımaya başladığımı anlıyordum. Bu arada trekking, dağ bisikleti ve botanik gözlemi gibi ekoturizm faaliyetlerinin de yapıldığı Boğatepe köyünde konaklama olanağının bulunduğu bilgisini gezginlere ve gezgin adaylarına duyurmak isterim. (İletişim: ekomuzezavot@gmail.com)

İKİ CİDDİ RİSK
Kars ile birlikte Ardahan, Iğdır ve Ağrı illerini de içine alan bölgede faaliyet gösteren, Kalkınma Bakanlığı’na bağlı 26 kalkınma ajansından SERKA’nın (Serhat Kalkınma Ajansı) turizme katkılarını anmadan Kars’tan ayrılmak olmaz. SERKA, bu şehirlerin kaynak ve olanaklarını belirleyerek sosyo-kültürel ve ekonomik refahı yükseltmek için çalışan bir ajans. Benim de davetlisi olarak katıldığım “Turizm Tanıtım Programı” aslında rehber Ersin Demirel’in hazırladığı “turizm keşif çalışması” adlı kapsamlı ve özenli dört şehir kitabı eşliğinde bölgeyi tanıtmaya yönelik bir geziydi. Kars, ayrılırken insanı mutlaka bir daha geri gelmeye mecbur bırakan o özgün şehirlerden biri. Hani, “geldim, gezdim, gördüm, bana eyvallah” diyemeyeceğiniz, giderken aklınız, değilse gönlünüzün kaldığı güzellerden... Sevmek, kuru kuruya olmaz tabii. Sevmek, esirgemek de demektir. Şehri bu kadar beğendiğim için esirgemek isterim. Bu yüzden Kars’ın kötü kömür yakıtı nedeniyle akşamları yaşadığı çok ciddi hava kirliliğini, Kars Belediye Başkanı ve Kars Vali’sinin dikkatine önemle havale etmek isterim. İkinci koruma konusu: Ermenistan’da eskidiği için sızıntı yapmaya başlayan nükleer santralinin yarattığı büyük tehlikedir. Kars’taki nükleer sızıntı sorununa mutlaka dikkat çekmek isterim. Nükleer sızıntı sadece Kars’ın değil; suyu, sebzesi, meyvesi, tarımı, hayvancılığı, eti, sütü ve peyniriyle tüm Türkiye’nin kuşaklar boyu sürecek sorunudur. Kars’ı sevmiş ve yeniden gitmeyi isteyen bir gezgin, yazar, çevreci ve özellikle de bir anne olarak Tarım ve Enerji Bakanları’na Ermenistan’daki eskiyen nükleer santralin tamirine veya kapatılmasına maddi destek vermemiz halinde en çok kendimize iyilik etmiş olacağımızı başka hiçbir art düşünce ve planım olmadan naçizane hatırlatmak isterim. Bu vesileyle nükleer santral aşıklarına da çok sitemle selam ederim!

Gökten üç Kars elması düştüğünü söylemek yine yazara düşecek ey okur! Uçakla 1,5 saat süren yolu göze almaya değen, kışı ve baharı ayrı güzel Kars’a gitmek hem kolay hem de bütçe dostu bir gezi. Geri dönerken uçak personeli, elinizde taşıdığınız vakumlanmış torbalarda evinize ve dostlarınıza götüreceğiniz nefis Kars peyniri kolilerine alışkın olarak gülümseyecek size.

Menkıbe anlatanlara hak vereceksiniz
Kars, ilk kez ziyaretine gelenlerin kendi hakkında daha önce bildiklerini silkeleyip atacak denli farklı güzelliği ve çok kültürlü zenginliği olan özgün bir şehir. Türkiye’yi karış karış gezenlerin orada birkaç gün geçirdikten sonra; 40 yıllık Rus işgal döneminde yapılan ızgara şeklindeki şehir planından, bir zamanlar Kars vatandaşı olan Slav asıllı, savaş karşıtı, domuz eti yemez Malakanlar’dan kalan barışçıl şehir ruhuna, çoğu sonradan camiye çevrilmiş eski kiliselerinden, bazıları devlet ve belediyece onarılmış ama çoğu restorasyonu bekleyen Baltık-Rus mimari örneği binalarına, devam etmekte olan “halk aşıkları şenliği” geleneğinden, mutfağındaki kaz eti lezzeti ve adı anılınca dahi ağzın suyunu akıtan muhteşem peynirlerine kadar birçok özelliğiyle Kars’ın Türkiye’de eşsiz bir şehir olduğunu anlamaları da bu yüzden. 

Karslıların çoğu, şehirlerini serhatlık, gazilik, yiğitlik ve tarihi kahramanlık hikayeleriyle (menkıbeler) anmayı seviyor. Kendi gözlerinizle görüp, birkaç gün sokaklarında dolaştığınızda bile onların haklı olduğunu anlıyorsunuz. 860 yıldır kenti tepeden seyreden heybetli Kars Kalesi’nin hikayesi dahi tek başına şehrin geçmişi hakkında yerli ve yabancı her gezgini etkileyecek zenginlikte. 1153’de Selçuklular’a bağlı Saltuklu Sultanı Melik İzzettin tarafından yaptırılan, 1386’da Timur’un yıktığı, 1579’da Sultan 3’üncü Murad tarafından tekrar onartılan ancak bizim “93 Harbi” diye adlandırdığımız 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar tarafından yıkılan 220 burçlu Kars Kalesi, bugün özgün halinden çok şey yitirmiş olsa da Türkiye’nin en yüksek rakımlı şehrinin tepesinde, sırlarıyla birlikte hâlâ ayakta dikiliyor.

Kentin tarihi zenginliklerle hafızası derin yaralarla dolu
İlk Karslıların (adları farklı da olsa) 15 bin yıl önce bölgede yaşadığına dair buluntulara ulaşıldığı, Urartu, İskit, Kimmer, Pers, Roma, Sasani, Emevi, Abbasi, Bizans, Bagratlı-Ermeni, Selçuklu, Moğol, Gürcü, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Osmanlı, Rus ve Türkiye devletlerinin hüküm sürdüğü Kars, Anadolu’nun Kafkaslar ve Orta Asya’ya açılan kapısı ve tarihi İpek Yolu üzerinde verimli ve stratejik topraklara sahip önemli konumuyla benzer yerleşim merkezleri gibi sadece uygarlık ve refahın değil, işgal ve savaşların, yıkılıp yağmalanmanın, acı insan hikayelerinin de odağı olmuş bir şehir... Kars’ın hafızası, tarihi zenginliği kadar, derin yaralarla da dolu. Bu bakımdan kendisine yakıştırılan bütün unvanlar içinde en çok Gazi Kars’ı hak eden gururlu bir kuzeydoğu güzeli o.
Kars adının nereden geldiğine dair birkaç farklı etimolojik çalışma bulunuyor. Ben tarafsız kalmaya özen göstererek, eski bir meslektaşım (!) olan Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t Türk kitabında açıkladığı şekliyle, Kars kelimesinin “Deve veya koyun yününden yapılan elbise ve karsak derisinden güzel kürk yapılan bir hayvan, ya da bozkır tilkisi”nden geldiğini aktarmayı seçtim.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Çorum Mutfağına Güzelleme kitabı Gourmand CookBook Awards 2012 Türkiye birincisi oldu

Bu yıl Çorum'da hayata geçirilen Kızılırmak Havzası Gastronomi Yolu projesi ile eş zamanlı olarak yürütülen "Çorum Mutfağına Güzelleme" kitap çalışması Gourmand CookBook Awards 2012 Türkiye birincisi oldu.
Çorum Valiliği'yle ortak bir çalışmanın ürünü olan kitap, 6 ay süren hazırlık süreci sonunda 14 yazar tarafından Metro Kültür Yayınları'ndan Nilhan Aras’ın editörlüğünde kaleme alındı. Kitap 4 bölümden ve 14 ana metinden oluşuyor. Çorum mutfağı üzerine araştırma yapan herkesin başvuracağı geniş tabanlı bir kaynak olan "Çorum Mutfağına Güzelleme"nin en önemli özelliği ise yaklaşık 175 kaynak kişi ile yapılan görüşmelerin sonucu hazırlanmış olması.
"Çorum Mutfağına Güzelleme", Çorum mutfağının sanıldığı gibi küçük çerçeveli bir yapıdan fazlası olduğunu kanıtlıyor. Kitaptaki, Aylin Öney Tan’ın 2010 yılında François Rabelais Üniversitesi’nde (Tours-Fransa) düzenlenen yemek kültürü sempozyumunda sunduğu “Tek Kazanda Mükellef Bir Şölen: İskilip Dolması”, Nihal Kadıoğlu Çevik’in “Keşkek: Buğdayın Kutsandığı Törensel Yemek”, Prof. Dr. Arif Bilgin’in “Sihirli Bitki Kebere” gibi metinleri Çorum mutfağının ana öğelerine örnek oluşturuyor. Kitapta yer alan “Çorum Yöresel Mutfağının Geleneksel Yapısı” gibi konular da yöre mutfağını enine boyuna anlatıyor.

Kitabın son bölümü 150 kaynak kişiden alınan 110 yöresel yemeğin tarifinden oluşuyor. Bu 110 yemek, versiyonlarıyla birlikte 150’yi buluyor.



4 Aralık 2012 Salı

Serka'nın Tanıtım Turu Programı Iğdır'da Son Buldu


SERKA'nın düzenlediği Sarıkamış'ta start alan 'Tanıtım Turu' programı Iğdır'da son buldu. Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı bölgesinde; Türkiye'nin çeşitli illerinde görev yapan gazeteci-yazar ve seyahat acentelerinin yetkilileri için planlanan "Tanıtım Turu" programı, Iğdır'da verilen öğlen yemeğinin ardından son buldu.

Yemeğin ardından "Tanıtım Turu" programına katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İşler Sorumlusu Ece Yiğit ve Yazar Buket Uzuner'e ve katılımcılara Iğdır'ın tanıtımı ile ilgili kitap ve broşür içerikli paketleri takdim eden Iğdır Kültür ve Turizm İl Müdür Osman Engindeniz konuşmasında; SERKA'nın düzenlediği turizm tanıtım faaliyetlerini içeren "Tanıtım Turu" çalışmasının bölgenin ve Iğdır'ın tanıtımı için çok önemli olduğunu söyledi.

Engindeniz, "Türkiye'nin çeşitli ileriden gelen siz değerli gazeteci ve turizm acenteleri temsilcilerini ağırlamaktan son derece onur duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. Iğdır'ın doğal güzelliğini, doğasını, tarihini, kültürünü bir nebze de olsa sizlere tanıttık. Sizlerin de gördüğünüz üzere Ağrı Dağı eteklerinde, Aras Nehri ile üç sınır ülkeden ayrılmış Iğdır'ımız gerek coğrafik, gerek iklimsel olarak bölgenin nadide iklimine sahip olan bir ilimizdir." dedi.

İstanbul'dan ikamet eden Balkan Türk'ü bir gencin Iğdır'da askerliği yaptığı sürede Iğdırlı bir kıza aşık olduğunu anlatan yaşanmış aşk hikayesine 'Kumral Ada Mavi Tuna' kitabında yer verdiğini anlatan Yazar Buket Uzuner, "Iğdırlı ve Bulgaristan Göçmeni eşin iki çocuklarının ismi Aras ve Tuna'dır. Aras annesinden dolayı Iğdır'ın birçok yemeğini bildiğinden bana bahsetmişti. Onun anlattığı yöresel yemekleri burada yedik ve kendisini buradan Aras Nehri yanında yad ettik" şeklinde konuştu.

Tur hakkında bilgi veren SERKA Planlama Birim Başkanı Uğur Çalışkan, "29 Kasım'da Sarıkamış'tan star verdiğimiz, Türkiye'nin çeşitli illerinde görev yapan 45 kişilik gazeteci-yazar ve seyahat acenteleri yetkilileri için planladığımız gezi turunda; Sarıkamış 'Kayak Tesisleri'ni, Ardahan Şeytan Kalesi'ni, Kars 'Anı Harabeleri'ni ve Ağrı 'İshak Paşa Sarayı'nı tanıttık. Iğdır'da son bulan dört günlük gezimize katılan konuklarımızı bugün Iğdır Hava Alanı'ndan yolcu edeceğiz " şeklinde konuştu.

Kaynak :